Kayıtlar

Kitap: Kapitalizm, yoksulluk ve Türkiye'de sosyal politika

"Geremek'in deyişiyle, Ortaçağ avrupası'nın tarımsal medeniyeti içinde, sadece sadakayla geçinen bir kesimin varlığı büyük bir toplumsal rahatsızlık uyandırmıyordu. Aksine, yoksulların belirli bir toplumsal işlevi vardı çünkü onlar zenginlerin sadaka vererek ruhlarının selametini sağlamalarına vesile oluyorlardı"  ( Sayfa 25 ) " 19. Yüzyılın liberal düşünürleri, sadakayı yeniden bireysel hayırseverlik alanına gönderiyor ve devletin bu işe karışmaması gerektiğini savunuyordu. Yoksulların, sadece hapishane benzeri kurumlara kapatılması ve zaman zaman ölümden beter bir hayatı kabullendikleri ölçüde yardım alabilmeleri öngörülmüştü"  ( Sayfa 27 ) " Sir Thomas More, Ütopya'nın toprak çitlemeleri ve tarım arazilerinin otlağa çevrilmesiyle ilgili gözlemlerini anlattığı birinci bölümünde, zenginlerin para hırsıyla yoksulların sefaleti arasındaki ilişkiden söz eder. Burada More, bu para hırsının "bir tek kiliseleri ağıl haline getirmediği kaldı" di

Kitap: Düzene uygun kafalar nasıl oluşturulur

" Okulda insanlar imal edilir. Bu insan yapma sürecine eğitim denir. Geniş anlamda düşünüldüğünde; içerisinde doğduğumuz aile, sinema, televizyon tiyatro ve radyo ile gazete, kitap ve afişler de okul sayılır. Bir nevi bilgi iletmeye yarayan bütün yerler okuldur."  ( Sayfa 7 ) " Bizi yöneten bu mekanizmanın en önemli dişlilerinden biri, bazı istisnai durumlar dışında, davranışlarımızı özgürce sergilediğimize inandırılmamızdır." ( Sayfa 9 ) " New-Yorklular köyler ve dış ülkelerden gelen konuklarına dünyanın en yüksek yapılarını gösterirler. Empire-State binasını sanki kendi mülkleriymiş gibi gösterirler. Gerçek, görülmeye değer bu yerlerin birkaç iş adamının mülkiyetinde olduğu ve gurulu New-Yorkluların diğer büyük batı şehirlerinde oturanlar gibi bu işverenler tarafından kent dışına sürüldükleridir. Konut ve arsa sahipleri ile emlakçılar, iş merkezleri apartmanlara oranla daha çok para getiriyor diye, binlerce insan şehir merkezindeki evlerini terke zorluyor. İş

Sünger Bop ve klozete giden çocukluğumuz!

Hepimiz çocuk olduk. Kimimiz mendil sattı, kimimiz ayakkabı boyadı, kimimiz dadılarla büyüdü ama hepimiz çocuk olduk. Ve çocuk kimliğimizle bilmediğimiz her şeyi büyüklerimizden öğrendik. Ayrımcılığı, bencilliği, kavgayı... Tabii hep kötü şeyler öğrenmedik, sevgiyi de öğrendik büyüklerimizden, "O senin arkadaşın"ı da. Şimdi buradan, yetişkinler ülkesinden çocukluk köyüne bakıp " Ne güzel günlerdi !" demek istiyorum, orada bir köy vardı uzakta!

Binlerce dostum olsa yalnız kalmasam!

Çocuklar için olan sesli bir hikâye kitabındaki şarkıda söylüyordu başlıktaki cümleyi. Bir çocuk için biraz fazla dostluk isteği ve biraz da fazla karamsar geldi bu cümle bana. Beş altı yaşındaki çocuk neden yalnız olsun? Olamaz mı? Elbette olabilir ama neden olsun. Çocuğun yalnızlığıyla ilgili düşüncelerime geçmeden önce şu bin dost meselesini düşünmek istiyorum.

Filiz delirelim mi?

Ne gerek var ki, neden akıllı akıllı dolaşıyoruz etrafta? Siyasetle, ekonomiyle, medyayla, kültürle, tiyatroyla, sanatla, bilimle ve bilumum akıl gerektiren işlerle ilgilenip ne yapıyoruz? Manyak mıyız biz? Eğer manyaksak hemen kimlik değiştirelim ve deli olalım. Misal kimse yarın işe gitmesin. Herkes şortunu, spor ayakkabısını giysin gelsin şehrin meydanına. Önce yüz kale maç yapalım, ardından tüm şehirdeki zillere basıp kaçalım, sonra bağa bahçeye dalıp erik çalarız. Deli olmadan önce biraz çocuk olalım.