Sayın çocukluğum bir kargonuz var
Gözlerimizi açtığımda ilk yaptığım telefonun üzerinde durduğu komedine yönelmek oluyor. Hatta telefonu şarjdan çıkarmadan önce; büyük bir heyecanla ekran kilidini açmak ve bildirimleri görmek için orta tuşa dokunuyorum; hiç! Hiç bildirim yok. Buna aldırış etmiyorum çünkü zaten genellikle bana pek bildirim gelmez. Yine de bildirimlerin hiçliğini umursamayıp hemen sanal dünyanın derinliklerine dalıyorum. Sırayla tüm hesaplarımın bulunduğu mecralarda geziyor gerekli gereksiz tüm okumaları, görmeleri ve duymaları yapıyorum. Sonra oturur pozisyona gelip, terliklerime bakınıyorum. Terliklerimi bulup giyiyor ve belki de modern dünyada insanın yalnız kalabildiği tek yer olan tuvalete doğru hareketleniyorum(Bknz). Ne yazık ki yalnız değilim! Artık vücudunun bir organı haline gelmiş telefonumu da yanımda götürüyorum. Aslında önce telefonu almamayı düşünüyor; çünkü biraz önce tüm sanal mecralardaki vitrinlerinde satılan görsel ve işitsel malları tüketmiştim ama dayanamıyorum. Okuyacak, görecek, duyacak yeni bir şey olmamasına rağmen, bebeklere verilen yalancı emzik gibi alışmışım bu telefona. Bu cihaz, günümüz insan ruhunun yalancı emziği.
İnternet alış verişlerinde fark ettiğim bir şeyden bahsetmek istiyorum. Bilemiyorum, belki siz de fark etmişsinizdir! Neden internet alış verişi? Bir çok neden var ama benim açımdan sıralama şöyle; aranan her ürüne ulaşım, lokalden daha ucuz olması. Tıpkı telefon gibi; bir şey almak istediğimde ilk yöneldiğim mecralar e-ticaret siteleri. Bu alış verişe de bağlandım. Önceleri ucuz ürünlerin beni bağladığını zannetmiştim ama burada beni daha derinden, daha duygusal bir yerden yakalayan, beni çocukluğuma götüren bir bağ olduğunu fark ettim. Belki şaşıracaksınız, çok saçma da gelebilir ama bu bağın ismi kargo.
Yeni jenerasyonların iç dünyalarını bilmiyorum ama benim gibi otuzlu ve daha üst yaşlardakilerin iç dünyalarında yokluk vardı: şimdiki gibi envaiçeşit ürünün ve zaman öldürme aracının olmadığı, mahalle maçlı, merdivende ekmek arası peynir ve domates yemeli, bol arkadaşlı, bol çocuklu, bol arsalı zamanların olduğu ama çikolatanın, kaliteli spor ayakkabının, bir arabanın, oyun oynanacak el konsolunun ve benzerlerinin anca "Alamanya"daki akrabalarınızda görebileceğiniz ve bu "Alamanya"daki akrabanızın size o sene ne getireceğini bekleyerek geçirdiğiniz yokluk zamanlarımız vardı. Büyük bir şeyler beklemiyorduk yani bir kalem de büyüktü bizim için. Neyse, şimdi burada olayı "Küçük Emrah"a bağlamak istemiyorum. Aslında bu anlattıklarım klişe oldu. Benim yaşlarımda olup da bunları yazmayanı dövüyorlar! Amacım kargonun neden iç dünyamda bağ oluşturduğunu anlatabilmek.
Evet, o zamanlarda yokluk vardı ama şimdi her şey var. Nedir peki beni derinden etkileyen? Elbette şimdi her imkan var ama olmayan şey yolunu beklediğim dostlarım, arkadaşlarım , akrabalarım. Artık her şey var diye kimse kimseye bir şey getirmiyor, artık kimse kimsenin yolunu gözlemiyor, o büyü, o ruh kayboldu gitti. Birileri tarafından düşünülmek, birileri tarafından beklenilmek, o hediye kutusunun içinde ne olduğunu merak etmek, o kutuyu bir yıl boyunca beklemek artık yok. İşte tam burada kargo devreye girdi. Şimdiye kadar çok ürün aldım ve bu ürünlerin kargolarını çok bekledim. Aldığım ürünün kargosunu beklerken içimde o çocukluk zamanlarımdaki heyecan vardı. O kargoyu "Alamanya"daki akrabalarımı bekler gibi bekledim hep. Kargo elime ulaşınca yüzümde gülücükler oluştu, poşeti yırtarken ellerim titredi, içinde ne olduğunu bildiğim halde ne çıkacak diye heyecanlandım. En sonunda ise içinden çıkanları zamanın ruhuna uygun olarak bir kenara attım; kitapları henüz okumadım, o tişörtü bir başkasına verdim, o klavye şimdi depoda...
Ben ürünleri değil, kargonun o geçmiş zaman ruhunu yaşatma etkisini sevdim. Ve bu zamana dek fark etmemiştim! Artık kendi kendime gönderdiğim kargoyu bekleyişimin ne kadar anlamlı olduğunu biliyorum. Bir nevi ruhsal mastürbasyon ama inanın diğeri gibi; işe yarıyor.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkür ederim, en kısa sürede (klasik laftır) geri dönüş yapacağım :)