dedemin notları

Ağabeyimle mektuplaşıyoruz. Baya böyle kağıda kalemle yazılan, zarfa koyulan ve postaneden atılan, üzerinde “Gönderen” yazan ilkel bir biçimde. Daha yeni başladık aslında, şu anda ikinci mektubu yazdım. Ama yazım çok kötü. Bunun nedenini düşündüm. Dedim ki, herhalde yazmaya yazmaya yazmayı unuttum. Aslında hızlı konuşmamın yazımla bir ilişkisi de olabilir. Ya da zaten yazım böyleydi. Her neyse.Bir keresinde annemle havadan sudan konuşurken, akıllı telefondan hava durumuna bakarak “Yarın yağmurluymuş” dedim. Çok ilginç, artık her şeyi olan biten her şeyi “101010” şeklinde dijital hafızalarda biriktiriyoruz. Tıpkı mektup yazma gibi çoğu ilkel yöntemleri kullanmıyoruz. Annemle yaptığımız havadan sudan konuşmasına annem “Dedenin not defteri vardı, her gün o deftere notlar alırdı” dedi. Çok şaşırdım, dedem Sivasın bir ilçesinin bir köyünde yaşayan cahil bir adamdı benim gözümde. Onu tanımıyordum. Köydeki bir dedeydi işte! Çoğu insanı tanımadığım gibi… O cahil bir dede, şu aptal bir kadın, öteki zaten öteki, bu kendini beğenmiş bir pislik… Bir ben iyiyim, en iyiyim! Daha kendimi tanımadan başkaları hakkında tanımlamalar yapabilme kabiliyetine sahip oldum. Dedeme dönelim.

Dedem, günlük olarak olan biten; hava durumu, toprak durumu, evlilik, doğum, ölüm ve benzeri olayları kaydedermiş. Ne ilginç! Saygı duydum hem de çok. Bence çok güzel ve önemli bir iş yapıyormuş. Mesela ben ne zaman yaz başlar ne zaman yağmurlar başlar bilemem. Yani aslında bilmeye de gerek yok belki de ama içinde yaşadığımız bu hayat akıp giderken onu ekranlardan izlemek, etrafımızda olup biteni belgelendirmemek, en kötüsü anın farkına varmamak ne kötü bir durum. Olayı çok büyütmüyorum ama büyüterek düşününce gerçekten çok acı veriyor bu hayata karşı kayıtsız kalmak. Susan Sontag’ın Fotoğraf Üzerine isimli kitabında “Fotoğraf çeken müdahale edemez” diyordu. Tam olarak benim anlatmak istediğimi anlatmıyor ama tam da bunu diyorum. Ben şimdi birler ve sıfırlar dünyasında fotoğraf çekiyorum ve hayatıma müdahale edemiyorum gibime geliyor. Küçümsediğim dedem ise edebiliyordu (mu?). Ne bileyim, sanki ben hayatın esansında, imitasyon ayakkabı tadında bir hayattayım. Dedem ise ilkelliğin ortasında ama el yapımı orijinal bir hayat. Bunun böyle olduğuna bu şekilde karar verebilir miyim bilemiyorum. Hiç bir şeyden emin değilim.

Son olarak, Doğu Karadeniz'de yağmurla ilgili öğrendiğim iki bilgi var. Sosyal hayatın içinden gelen bir bilgi: birincisi, eğer kara sinekler sizi ısırıyorsa yağmur yağacak diyorlar. İkincisini de Hemşinlilerden duydum: 

"Sabah yağmur yağarsa işe, öğleden sonra yağmur yağarsa eve."

Yorumlar

Bu yazıları da beğenebilirsiniz

Tom Clancy's The Division 2 alınır mı?

Pera Palas’ta Gece Yarısı, gizemler, efsaneler, gerçekler

Twelve Minutes İnceleme