Kültürel Kıyamet: Mayalar Haklı mıydı?


Yıl 2025. Yeni bir milenyuma gireli çeyrek asır oldu. Hatırlarsanız, 2000’lerde “milenyum çağı” diye bir heyecan vardı. Teknoloji, bilim, insanlık için yeni bir başlangıç… Ama bir yandan da korkular: Y2K, bilgisayarların çöküşü, kaos senaryoları. Sonra 2012 geldi. Mayaların takvimine göre dünya bitecekti. Uzaylı istilası bekleyenler oldu, göktaşları, felaketler, hatta “Mehdi gelecek” diye kendini sokaklara atanlar… Ama hiçbir şey olmadı. En azından beklediğimiz gibi bir şey olmadı. Fiziksel bir kıyamet yerine, belki de daha sinsi, daha derinden bir şey yaşandı: Kültürel kıyamet.

Mayalar Ne Demişti?

Mayaların 2012 kehaneti, popüler kültürde genellikle “dünyanın sonu” olarak yorumlandı. Ancak bazı tarihçiler ve antropologlar, Mayaların takviminin bir “son” değil, bir döngünün tamamlanması anlamına geldiğini söylüyor. Örneğin, arkeolog John Hoopes, 2012’de Archaeology dergisinde yayımlanan bir makalesinde, bu kehanetin daha çok bir “dönüşüm” çağını işaret ettiğini belirtmişti (Hoopes, 2012). Fiziksel bir yok oluş değil, belki de insanlığın ruhsal ve kültürel bir sıçrama yapması bekleniyordu. Ama sıçrama yerine, ne oldu? Çöküş.

Yaratıcılığın Sonu mu?

Dikkat ederseniz, son yıllarda yeni bir şey üretmek giderek zorlaştı. Sinema salonlarına bakın: Süper kahraman filmlerinin yeniden çevrimleri, 80’ler ve 90’ların kült eserlerinin “remake”leri, oyunların diziye, dizilerin filme dönüşmesi… Hollywood’un 2023’te gişe rekorları kıran filmlerinin çoğu, ya bir devam filmi ya da eski bir hikayenin uyarlamasıydı. The Guardian’da yayımlanan bir analiz, 2000’lerden itibaren orijinal senaryoların oranının dramatik şekilde düştüğünü gösteriyor (Shoard, 2023). Marvel evreninin 15. spin-off dizisi, 80’lerde popüler olmuş bir filmin reboot’u, klasik bir romanın “modern” dizi versiyonu… Kültür, artık yeni bir şey üretmekten çok, eski olanı yeniden ısıtıp sunmaya odaklanmış durumda.

Susan Sontag, 1966’da kaleme aldığı Notes on “Camp” adlı yazısında şöyle der: “Modern zamanlarda kültür, sürekli kendine gönderme yaparak varlığını sürdürür.” Bu söz, bugün daha da anlam kazanıyor. Çünkü artık kültür, kendini tüketerek var oluyor. Yeni bir fikir, yeni bir karakter, yeni bir evren yaratmak yerine, garantici davranıyoruz. Tüketime odaklandık. Oyun dünyasında da durum farklı değil. Eski klasiklerin “remastered” versiyonları, nostalji dalgası… İnsanlar yeni bir şeyler yaratmak yerine, geçmişin gölgesinde yaşamayı tercih ediyor. Bu, bir tür kültürel tembellik mi? Belki de. İnternetin her şeyi hızlandırdığı bir çağda, tüketim o kadar hızlı ki, üretmek için durup düşünmeye vakit kalmıyor.

İnternet: Kıyametin Yeni Adı

2011, internetin dönüm noktasıydı. Sosyal medya platformlarının patlama yaptığı, akıllı telefonların her eve girdiği yıl. O yıldan sonra, normal bir hayat yaşamak yerine, hepimiz bir “internet hayatı” yaşamaya başladık. Sosyolog Zygmunt Bauman’ın “akışkan modernite” dediği şey bu belki de: Her şey geçici, her şey anlık, her şey tüketilebilir (Bauman, 2000). İnsanlar artık bir kitabı okumak, bir filmi sindirmek, bir fikri derinlemesine düşünmek yerine, 15 saniyelik videolarla tatmin oluyor.

Ama bu sadece hız değil, aynı zamanda bir hadsizlik getirdi. Sosyal medyada herkes bir uzman, herkes bir eleştirmen. Bilim insanlarına, profesörlere, yılların birikimini harcamış ustalara “ayar verme” çabası… Bilgiye saygı kalmadı. The Atlantic’te 2024’te yayımlanan bir makale, sosyal medyanın “bilgi hiyerarşisini” yerle bir ettiğini ve bunun “epistemik kaos” yarattığını söylüyor (Haidt, 2024). Alfabeyi zor bilenler, bilimin “b”sinden habersiz olanlar, bir tweetle dünyayı çözdüğünü sanıyor.

Ölü İnternet ve Ölü Zihinler

“Ölü internet teorisi” diye bir şey duydunuz mu? İnternetin artık gerçek insanlar tarafından değil, botlar ve algoritmalar tarafından domine edildiğini savunan bir fikir. Ama belki asıl mesele, internetin değil, insan zihinlerinin “ölmesi”. Sosyal medya, gerçek hayatı gölgede bırakacak kadar güçlü hale geldi. Artık kimse yaşadığı hayatla yetinmek istemiyor. Burnunu, kaşını, ağzını, hatta tüm vücudunu değiştirerek “ideal” bir versiyona ulaşmaya çalışıyor. Estetik hayatlar, plastik zihinler… Jean Baudrillard, Simülakrlar ve Simülasyon adlı eserinde bugünün dünyasını şöyle tanımlar: “Artık gerçeklik yoktur, yalnızca gerçekliğin temsilleri vardır. Ve temsil, yerini simülasyona bırakmıştır.” İşte sosyal medya tam olarak bu: bir hayat simülasyonu. Bir şey yaşanmasa bile, yaşanmış gibi gösteriliyor. Beğeniler ve yorumlar, artık gerçek yaşantının yerine geçiyor.

Sosyal medyada dişlerini tıkırdatarak ya da göbeğini sallayarak milyonlarca takipçi kazanan insanlar var. Bu onların suçu mu? Hayır. Ama bu, insanlığın geldiği noktayı gösteriyor. Değersiz olan değerli, geçici olan kalıcı oldu. Estetik ameliyatlar, filtreler, sahte personas… İnsanlar kendilerini olmadıkları biri gibi göstermeye çalışıyor. Sosyal medya, bir “kitle” bulmanın en kolay yolu oldu. Ama bu kitle, ne kadar gerçek? Ve daha önemlisi, bu kitleyi ne kadar değerli bir şey için topluyoruz?

Türkiye’den Bir Manzara

Türkiye’de durum daha da çarpıcı. Eskiden bir yazar, bir şair olmak, bir şeylere adanmışlık gerektirirdi. Orhan Pamuk, Yaşar Kemal gibi isimler, yazdıklarıyla insanların ruhuna dokunurdu. Şimdi ise herkes yazar, herkes şair. Ama çoğunun dil bilgisi bile eksik. Türkçe’ye hakaret edercesine yazılmış “kitaplar” raflarda. Çevrenize bakın: Herkesin tanıdığı en az iki “yazar” var. Ama bu yazarların çoğu, yazmaktan çok “ben yazıyorum” demeyi seviyor.

Bu özgüven patlaması, internetin bir hediyesi mi? Belki. Sosyal medya, herkesin kendini bir yıldız gibi hissetmesini sağladı. Ama bu, aynı zamanda bir sınır tanımazlık getirdi. Eleştiri yok, derinlik yok, sadece “beğeni” var.

Sonuç: Kıyamet Bu mu?

Mayalar haklı mıydı? Belki de. Kıyamet, gökten düşen meteorlar ya da uzaylı istilası olmadı. Ama kültürel bir kıyamet yaşadık. Yaratıcılığın yerini taklit, derinliğin yerini yüzeysellik, saygının yerini hadsizlik aldı. 2025’te, 2012’ye bakıp “ne güzel günlermiş” diyoruz. Belki 2050’de bugüne bakıp aynı şeyi söyleyeceğiz. Kıyamet, belki de tam da bu: İnsanlığın kendi elleriyle yarattığı bir aptallar dünyası.

Yorumlar

Bu yazıları da beğenebilirsiniz

Tom Clancy's The Division 2 alınır mı?

Pera Palas’ta Gece Yarısı, gizemler, efsaneler, gerçekler

Twelve Minutes İnceleme