Fallout 76: Wasteland’de Geçirdiğim 7 Saatlik Maceram
Fallout 76, Bethesda’nın kıyamet sonrası evrenine online bir soluk getiren, hem sevilen hem de bolca eleştirilen bir oyun. Microsoft’un oyunu bedava dağıtmasıyla elime geçti ve özellikle Fallout dizisini izledikten sonra o kıyamet sonrası dünyaya dalma isteğime karşı koyamadım. Dizi, 50’ler tarzı müzikler ve o post-apokaliptik ama garip şekilde çekici evreniyle beni baya içine çekmişti. Oyunu da toplamda 7 saat oynadım ve bu süreçte hem “Vay be, bu dünya harika!” dediğim anlar, hem de “Ciddi misiniz, bu ne ya?” diye söylendiğim momentler yaşadım. Retro animasyonlar, çevre tasarımı ve kamp kurma sistemi beni sardı, ama bazı görevlerin sıkıcılığı, vuruş hissinin zayıflığı ve hantal mekanikler yer yer sinirlerimi bozdu. İşte Fallout 76’da geçirdiğim 7 saatlik macera, sanki bir arkadaşla kahve içip muhabbet ediyormuşum gibi, samimi bir şekilde!
Microsoft’un Fallout 76’yı bedava dağıtması, oyuna bir şans vermek için harika bir fırsattı. Fallout dizisini izledikten sonra o kıyamet sonrası evrenin havasına fena halde girmiştim. Vault-Tec’in retro reklamları, Pip-Boy’ların nostaljik havası, o 50’ler tarzı müzikler ve nükleer felaketin gölgesindeki dünya… Dizi, bu evreni öyle güzel yansıtmıştı ki, “Hadi bakalım, Fallout 76’da neler varmış?” diyerek oyuna daldım. Toplamda 7 saat oynadım ve bu süre boyunca Appalachia’nın harabeye dönmüş dünyasında epey dolaştım. İlk izlenimim mi? Bu dünya yaşıyor! Yıkık binalar, paslanmış tabelalar, etraftaki küçük detaylar ve o kıyamet sonrası atmosfer, Fallout evreninin ruhunu iliklerinize kadar hissettiriyor. Özellikle diziyi sevdiyseniz, bu dünya size hem tanıdık hem de büyüleyici geliyor.
Oyunun açık dünyasında dolaşmak, 7 saatlik maceramın en keyifli yanlarından biriydi. Harita baya geniş; terk edilmiş kasabalar, gizli sığınaklar, mutant yaratıklarla dolu ormanlar… Etrafta dolanırken kendimi tam bir kaşif gibi hissettim. Sisli dağlar, harabeye dönmüş manzaralar ve o hafif ürkütücü ama merak uyandıran atmosfer, “Acaba şu tepenin ardında ne var?” dedirtiyor. Görev ekranlarında beliren o Fallout’a özgü retro animasyonlar, Pip-Boy’daki yazılar ve illüstrasyonlar ise tam bir nostalji şöleni. Sanki 50’lerde bir bilimkurgu filminin içindeymişsiniz, ama her yer nükleer felaketin izlerini taşıyor. Bu animasyonlar ve detaylar, oyunun ruhunu öyle güzel yansıtıyor ki, her görev ekranı açıldığında ufak bir tebessüm ettim.
Oyunun açık dünyasında dolaşmak, 7 saatlik maceramın en keyifli yanlarından biriydi. Harita baya geniş; terk edilmiş kasabalar, gizli sığınaklar, mutant yaratıklarla dolu ormanlar… Etrafta dolanırken kendimi tam bir kaşif gibi hissettim. Sisli dağlar, harabeye dönmüş manzaralar ve o hafif ürkütücü ama merak uyandıran atmosfer, “Acaba şu tepenin ardında ne var?” dedirtiyor. Görev ekranlarında beliren o Fallout’a özgü retro animasyonlar, Pip-Boy’daki yazılar ve illüstrasyonlar ise tam bir nostalji şöleni. Sanki 50’lerde bir bilimkurgu filminin içindeymişsiniz, ama her yer nükleer felaketin izlerini taşıyor. Bu animasyonlar ve detaylar, oyunun ruhunu öyle güzel yansıtıyor ki, her görev ekranı açıldığında ufak bir tebessüm ettim.
Kamp kurma ve yapı inşa etme sistemi de beni baya içine çekti. Minecraft’ı andıran bu mekanik, kendi sığınağını inşa etmek, eşyalar üretmek ve alanını kişiselleştirmek isteyenler için harika. Kendi barakamı kurarken, “Şuraya bir koltuk, buraya bir radyo, az öteye de bir çalışma masası koyayım,” derken saatlerin nasıl geçtiğini farketmedim. 7 saatlik oynanışımın hatırı sayılır bir kısmı, oyunu öğrenmekle geçti. Oyunun dünyası güzel olsa da oyunda yapılması gerekenlerin nasıl yapılacağını rehber olmadan kendi kendime keşfetmeye çalıştım. Bu arada online bir oyun olmasına rağmen solo takılmak isteyenler için de gayet uygun; topluluk genelde kendi işine bakıyor, kimse gelip rahatsız etmiyor. Bu, “Kendi hikayeme odaklanayım, sakin sakin takılayım,” diyenler için büyük bir artı.
Ama işte, işin bir de sinir bozucu tarafı var. 7 saatin her anı tozpembe değildi; bazı zamanlar resmen sabrımı sınadı. Mesela dün gece oynarken, ateş soluyanlar (Fire Breathers) adlı bir gruba katılmak için bir görev yaptım. İlk aşama, bir test çözmekti; bu kısım baya eğlenceliydi. Sorular, Fallout evrenine uygun ve belki ileride (kim bilir?) işimize yarayabilecek türdendi. Soruları gördükçe “Hah, güzel düşünmüşler!” dedim. Ama sonra iş “fiziksel sınav” kısmına geldi. Görev, “Önce A düğmesine sonra B düğmesine basacaksın” şeklinde. A düğmesi buradaysa diğer düğme 500 metre ileride. A düğmesine basıyoruz, sonra koşuyoruz B düğmesine basıyoruz sonra… Böyle devame diyor ama bir süre sonra düğme işaretleri kayboluyor. TErminale giriyorum görev yeniden başlıyor vs. Dakikalarca koştum, düğmeyi buldum, bastım, koştum… Sıkıldım. Bence: bu tarz görev tasarımları bazen öyle gereksiz ve keyifsiz ki, sanki oyunu uzatmak için “Hadi şunu da ekleyelim,” demişler.
Düşman NPC’lerin hali de ayrı bir hayal kırıklığı. Hareketleri ve saldırıları o kadar garip ki, koşuyorlar mı, ışınlanıyorlar mı? Anlayamadım! Sanki 1970’lerden kalma bir oyundan fırlamışlar. Süper mutantlar, robotlar, yaratıklar… Hepsi bir garip hareket ediyor, saldırıları garip. Bazı yaratıklar görünmüyor. Savaşlar hiç tatmin etmiyor. 7 saat boyunca karşılaştığım düşmanlarla savaşırken, “Bu mu yani?” diye düşündüm sık sık.
En büyük sorun ise vuruş hissi. Bethesda’nın bu konuda sınıfta kaldığını düşünüyorum. Skyrim’de de vardı bu sorun; kılıcı sallıyorsun, ama “Vurdum mu, vurmadım mı?” belli değil. Fallout 76’da da aynısı. Silahla ateş ediyorsun, düşman hasar alıyor, ama o “uff” dedirten, vurduğunu hissettiren etki yok. Mesela Dying Light’ta bir zombiye sopayla vurduğunda, o ağır çekim, o tatmin edici ses,, o “Evet, bunu indirdim!” hissi muhteşem. Fallout 76’da ise kimin öldüğü, kimin vurulduğu bile bazen anlaşılmıyor. Bu eksiklik, özellikle aksiyon severler için oyunun keyfini fena halde baltalıyor. Bethesda’nın artık bu vuruş hissi meselesine bir çözüm bulması şart; yoksa sadece sadık Fallout hayranları bu eksikliği tolere eder, yeni oyuncular kaçar.
Grafikler de biraz karışık bir konu. Atmosfer muhteşem; o kıyamet sonrası dünya, sisli dağlar, yıkık binalar falan görsel olarak etkileyici. 7 saatlik gezintimde manzaralara bakıp “Vay, ne güzel tasarlamışlar,” dediğim anlar oldu. Ama teknik açıdan grafikler çağın gerisinde. Texture’lar bazen bulanık, animasyonlar kaba, ve genel olarak oyun “eski nesil” havası veriyor. Yine de atmosfer o kadar güçlü ki, bu eksiklikleri bazen görmezden gelebiliyorsun. Ama keşke Bethesda biraz daha özenip görselleri de modernize etseydi.
7 saatlik maceramın sonunda, Fallout 76’ya karşı hislerim biraz karışık. Oyuna şans vermeye devam ediyorum, çünkü o Fallout evreni, retro havası ve keşif hissi beni hâlâ çekiyor. Ama şu an fikrim orta seviyede; zaman geçirmek için fena değil, ama kesinlikle kusursuz bir deneyim değil. Fallout dizisini veya önceki oyunları seviyorsanız, o tanıdık atmosfer ve kamp kurma keyfi sizi bir süre oyunda tutabilir. Ama aksiyon arıyorsanız veya sıkıcı görevlerden hoşlanmıyorsanız, sinirleriniz bozulabilir. Bethesda’nın özellikle vuruş hissi ve görev tasarımı gibi konularda kendini geliştirmesi şart. Mesela Dying Light’taki o tatmin edici savaş mekaniğini buraya uyarlasalar, oyun bambaşka bir seviyeye çıkardı. Şimdilik, “Eh, idare eder,” modundayım, ama bir yandan da Wasteland’de daha fazla macera yaşayıp yaşamayacağımı merak ediyorum.
Siz Fallout 76’yı denediniz mi? Diziyi izleyip mi merak sardınız, yoksa başka bir sebepten mi daldınız? Yorumlarda paylaşın, konuşalım!
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkür ederim, en kısa sürede (klasik laftır) geri dönüş yapacağım :)