Kayıtlar

Hiç kimse için boşluk

Düşünsenize; sadece boşluk, ne yapardınız? Şu Yerçekimi (Gravity) isimli filmdeki gibi... Şimdi böyle sorunca insanın aklına hemen uzay geliyor (e filmi gösterdin başka ne gelecekti), yani yerküre dışında bir yer ama kastettiğim tamamen mecazi anlamda. Bu boşluk da gerçekten boşluk ama  gerçek boşluk nedir belki de bilmiyoruz. Olaylara hep insani ve teknolojinin en sonundaki(doğal olarak ama doğal mı, bilemem) bilgimizle batığımız için tanımlamamız böyle. Ayrıca biz bu tanımlamaları internetten, berber ve kahve sosyolojisinden öğrendik. Yani aslında belki de bizim bildiğimiz bilgi bile gerçek diyemeyeceğimiz boşluk gibi boştur. Konuya dönersek, insan sürekli bir boşluk içinde aslında. Beyninin içinde tek başınasın, ne sesini duyan var, ne o boşluğa daha önce girmiş birisi. Belki bir psikiyatri hekimi aralanan perdeden içerisinin karanlığını görmüştür, o kadar. Galiba vücudumuz beynimizi dolaştırmaya yarayan bir eleman sadece. Sir Robinson şu konuşmasında profesörler için şöyle söylem

Sıçmanın medeniyete katkısı

Aslında bu medeniyet dediğin tek dişi kalmıştı ama işte medeniyet; teknoloji, bilim falan hoop bir protez diş al sana otuz ikisi birden tam takım bir ağız. Eş dost arasında sıçmanın, sıçma eyleminin pek muhabbeti yapılmaz, yapılsa da buna pek gülünmez, gülünecek şey osuruktur. Bakın biraz gülümsediniz belki de? Belki de! Gerçi bazı sözler, tepkiler ve cümleler var sıçmakla ilgili:  “Aha şimdi sıçtık!”, “Adam olacak çocuk bokundan belli olur”, “Sıçtığım boka bak bana laf yetiştiriyor!” falan gibi. Ne olursa olsun sıçmak gülünecek bir eylem değildir. Ama osuruk öyle mi? Sıçmanın tek komik olduğu durum var o da “cır cır” olma durumu. Cır cır olana gülünür, cır cır lafına gülünür, neden? Çünkü sulu da ondan… Neyse, bu kadar boktan muhabbet yeter!

Mazlumun kartları

Resim
Bir keresinde, sürekli sigara aldığım bakkaldan yine sigara almaya gittiğimde, bakkalın bahçesinde futbol maçı yapan çocukları izliyordum. İçlerinden birisi topun sahibiydi ve o ne derse o oluyordu; tıpkı bizim çocukluğumuzdaki gibi. Çoğu zaman topun sahibi olan çocuk oyunun tüm kurallarını alt üst eder ve kendi kurallarını koyar. Kimler oynayacak, kimler oynamayacak, hangi takım daha güçlü olacak, hangisi daha güçsüz olacak, penaltı mı, korner mi, üç korner bir penaltı mı, faul mü, her şey topun sahibinin kararına bağlı! İşte bakkalın bahçesinde oynayan çocukların içinde de topun sahibi olan bir çocuk vardı. Oyunda hakem de vardı fakat bu oyundaki hakemi seçen topun sahibi değildi. Oyundakilerin hepsinin ortak kararıyla seçilmişti hakem. Demokrasi gibi bir şey! Maç esnasında atak yapan takımın bir oyuncusu rakip kalenin yakınlarında rakip oyuncuya çalım atmaya çalışırken topun üzerine bastı ve düştü. Yerdeyken "Penaltı!" diye bağırdı. Penaltı falan yoktu, çocuk topa basıp ke

Aşağıdaki sesler neyin sesi?

a) Mısır'da darbe yapan ordu silahlarının b) Taksim'de vatandaş karşılayan polis silahlarının c) Suriye'deki muhaliflerin silahlarının d) Lice'deki vatandaşların havada uçarak denk geldikleri asker silahlarının e) Rize'de ramazana girişi kutlayan vatandaş silahlarının

Rapçi çocuk ve İngiliz anahtarı

Oldum olası beceremem şu ev işlerini: musluk tamiri, lavabo tıkanıklığı, patlayan ampül, bilmem ne falan. Beceriksiz bir adamım, ne yapayım! Eşim çok kızıyor bana ama ne yapabilirim ki? Ben buyum! Beni hep başkalarının eşleriyle karşılaştırıyor "Bak şunun kocasının her iş geliyor elinden, sen de bir bok beceremiyorsun!" diyor. Ben de "Şunun kocası her akşam kahvede, hafta sonları kumarda, içip sıçıyor her gece ama ben hep senin yanındayım!" deyince susuyor. Neyse! Çamaşır makinesinin hortumunun bağlı olduğu çeşme mi ne, işte orası bozulmuş, "Napcezz?" diye sorunca "Kömürlükten İngiliz anahtarını al gel de ben bir bakayım" dedi. Ben de "Heh, bak işte o işi yapabilirim" diyerek kömürlüğe doğru hareket ettim hemen; arkamdan gelen "Aman ne büyük iş!" cümlesinin rüzgarıyla. Kömürlükler en alt katta, neyse ki asansör vardı da çok yorulmadım. Bazen kendimi koala gibi hissediyorum ve bence bu güzel bir his.